Bulutsuzluk Özlemi ile hayatın içinden...
Siyasi taşlamalarıyla da tanınan Bulutsuzluk Özlemi yeni albümü Numara'da aşka daha çok yer ayırsa da, grubun beyni Nejat Yavaşoğulları genel sıkıntılarımıza değinmeden geçemedi...
6.
albümümüz çıktı, yaklaşık 14 senedir de sizlerleyiz ancak hala bizim
"bulutsuzluk özlemi"miz devam ediyor.
Mecazi anlamda bulutlar dediğimiz şeyler tepemizden bir türlü uzaklaşmadı. Kişi
başına gelir 3300 dolardan, 2100 dolara düştü. Aynı dönem süresi içinde
Yunanistan'daki milli gelir neredeyse kişi başına 15.000 dolara yaklaştı. 2001
yılında bizimkisi 2100 dolar olunca, 2020 yılında Avrupa seviyesine geliriz
düşüncesi gerçekçi bir düşünce olmaktan çıktı. Mesela, ben şimdi Rusya'yı
kıskanıyorum. Putin, "10 yıl içerisinde, 2010 yılında sizi İsviçre vatandaşı
seviyesine getireceğim, söz veriyorum" dedi halkına.
Bizde, hükümet aldığı borçları nasıl ödeyeceğini bilmiyor, borcun faizini ödemek
için borç alıyor. Millete o borçları ödemek için yeni vergiler getiriyor.
Rusya'daki örnekte, mafyanın çok etkili hale gelmesinin ülkenin zor duruma
düşmesinde etkisi vardı. Ancak bizde maalesef sanki resmileşmiş bir mafya
sistemi var.
Onlar daha rasyonel ve bilimsel düşünen bir toplum demek ki. Herkes kendi layık
olduğu kişileri seçiyor. Ayrıca onlar eğitimli bir toplum. Alt yapısı daha
güçlü. Mesela onlar sosyalist sistemden kapitalizme geçtiklerinde bocalama
yaşadılar. Çünkü kendi içlerinde dengeliydiler. Profesör 50-100 dolar maaş
alıyordu ama ev kirası, dükkan kirası yoktu. Başka türlü bir yaşam vardı. Orada
bocaladılar. Bir anda fiyatlar dünya rakamlarına çıkıp da adamlar eski maaşını
almaya devam edince... Ama demek ki bu sorunları aşıyorlar. "İki yıldır hiç dış
kredi almadan yaptık bunu" diyor Putin.
Dünya dengeleri tamamen değişiyor. Rusya'ya karşı kurulmuş NATO'nun Rusya
şimdi yanında. Biz Kıbrıs sorunuyla yine kendi geleceğimizi tehdit ediyoruz.
Çok karışık işler. Bizden ne istiyorlar? Kıbrıs çok büyük sorun deyip
çıkıyorlar. Esasında AB'nin Kıbrıs'ı kendisine üye yapmasını istemesindeki neden
bence, Kıbrıs son derece önemli bir üs. AB de bir üs olarak oraya yerleşmek
istiyor.
Hafıza, adlı şarkınızda, "şişman adam çıktı, ben zenginleri severim" dedi
cümlesi yer alıyor. Bu şişman adamlar bizim gibi garibanları bir türlü
sevemediler.
Türkiye'de kişi başına gelir de adil olarak dağılmıyor ki. Demek ki bazı
insanlar 50 - 100 dolar seviyesinde ki ortalama 2100 dolara geliyor. Bu korkunç
bir uçurum. Bunu kapitalist ülkeler gözlemliyorlar. Adam, Amerikan dergisinde
bir yazı yazıyor. Diyor ki, "Laila diye bir klüp var, orada şöyle eğleniyorlar,
böyle eğleniyorlar fakat oranın aşçıbaşısı sabah klüpten çıktığı zaman üç otobüs
değiştirerek evine gidiyor". "Ben zenginleri severim", yanlı bir laf. Ülkede
zengin olsun, buna itirazımız yok da, ama sosyal, hukuk devleti diye yazıyor
anayasada. Bunun dengeli olarak dağılmasını sağlamak lazım. O zaman daha
sağlıklı, eğitimli bir toplum elde edersin. Mesela eğitimde çok geri kalmışız.
Ortalama eğitim yılını aldığımız zaman Türkiye'de kişibaşı 3,5 yıl. Demek ki
muazzam bir kitle 5 yıl bile okumamış. Tabii ki bunların seçtiği insanlar da...
Aslında biz köylü bir toplumuz. Ülkenin %70'i köylü. Ekonomiye katkısı da
köylünün ne yazık ki pasif veya pasifleştirilmiş.
Köylü kötü de yönetildi. Türkiye 60'larda, 70'lerde dünyada kendi kendine yeten
7 ülkeden biri olarak övünüyordu. Şimdi, tavuk bile ithal edecek duruma
gelmişiz.
Yeni albümünüz Numara'ya artık gelsek iyi olacak:)) Yeni albümünüz çıktı ve
sizin yüzünüzün gülmesi, moralinizin yerinde olması lazım. Halbu ki, ekonomi
diye başladık söze ve...
Hayatın bileşenleri tam yerine oturmuyor böyle bir bunalım olduğu zaman. Her
zaman "bunalım var" derlerdi. Ama bu sefer ki gibi bir krizi ben görmedim.
Albüm çok yeni, 1 haftalık... Şu dönemde albümü duyurma safhasındasınız
sanırım.
Bulutsuzluk Özlem'i dinleyenleri, Bulutsuzluk Özlemi'nin her albümünü
beklemişlerdir. Şimdi umarım beklentilerine cevap gelir. Birazcık "ahh!"
dedirtecek sound var galiba. Alaturka enstrümanların tınıları biraz var.
İnsanlar, Bulutsuzluk Özlemi deyince hemen başka bir şey duymak istiyorlar.
Mesela, Numara şarkısını A1 yaptık. Şarkıya direkt ud'la giriliyor. Ama o
yadırgatıcı sound, kendi dinleyenlerimiz için söz konusu. Bu yadırgamanın da bir
müddet sonra geçeceğini düşünüyorum. Bu aslında deneme. Biz dozunu da iyi
ayarladığımızı ve aşırıya kaçmadığımızı düşünüyorum. Şarkıların kalıcı olduğunu
da düşündüğüm için çok fazla değil ama sürekli satabilecek bir albüm olarak
kendini ispatlaması lazım.
Çıkış şarkısı Numara olacak herhalde?
Bilmiyorum, Numara mı olsun acaba? Çeşitli kişilerle konuştuğumda ki bunlar
gazeteci arkadaşlarım oluyor. Palmiye, Ankara Sokakları, Metro...'yu çok sevdim
diye değişik değişik isimlerin söylenmesini iyi bir şey olarak algılıyorum.
İnsanlar demek seçmekte zorlanıyorlar.
Stüdyoya biraz sıkıntılarla girdiniz sanırım.
Bulutsuzluk Özlemi'nin sancılı bir dönemine rastladı bu albüm. Aslında 1 yıl
öncesinde bile çıkabilirdi. Bizim basçımız Sunay ayrıldı onun yerine Oya geldi.
Gitaristimiz Akın Eldes son zamanlarda bir yorgunluk belirtileri göstermişti.
Motivasyon eksikliği vardı. Öyle sorunlar olunca bizim bu şarkıları oluşturma
aşamasındaki dönemimiz aksadı. Fakat sonuçta, geçen yıl bu zamanlar bir karar
vererek bass'a Burak Güven geçti. Erdal Kızılçay da parçaların stüyo aşamasında
yanımızda, danışman, supervisor gibi bir konumda bulundu. Çok iyi oldu
gerçekten. Hem tecrübeli, hem de kendisi süper bir yetenek. Back vokalleri
yaptık, klavye, bazı yerlerde de gitar çaldı. Ama Türkiye'de tam istediği ortamı
bulamadığı için bizim albüm çalışmamız bittiğinde tekrar İsviçre'ye döndü. Sonra
da bana dedi ki röportajlarda falan söyle: Bu ülkede aradığını bulamadı de...
Aslında
kalsaydı beraber rahat yol alırdınız herhalde?
Yeni projelerimizde birlikte olalım istiyoruz. İsviçre'de olması engel olmaz
diye düşündük. Zaten bundan sonraki albümde şartlar uygun olursa, ben, Serdar
Öztop, Utku (davulcu) tası tarağı toplayıp yurtdışına gidip orada çalışabiliriz
diye düşünüyoruz. İnsan o arayışa da giriyor. Belki o yolu bizim de denememiz
gerekiyor. Yurtdışında kayıt yapmak istiyoruz.
Numara'da tükete tükete tükendiğimiz anlatılıyor.
O kadar çok tüketim bakış açısı pompalanıyor ki, basında da bunun aksi bir şeyi
yer almıyor. Basın sonuçta holdinglerin yan kolları haline geldi. Mesela geçen
gün YÖK'ü protesto eden gençler feci şekilde dayak yemişler, biber gazı
sıkmışlar üzerlerine. Büyük bir gazetemizde bu olaydan hiçbir satır yok. Böyle
bir olay olmadı sanki. Alternatif görüşü olanlar -ki basının temele ögesi bu-
birşey yapıyor, o gazetede yer almıyor. Bu çok tehlikeli bir durum. Ben biraz
buna dikkat çekmek istedim. Tamam size bunları söyleyebilirler, bunun bir de
böyle bir yönü var. Eskiden biz krediyi kim alırdı bilmezdik. Yavaş yavaş
öğreniyoruz. Şimdi öyle birşey yaptılar ki herkese birer kredi kartı verip seni
borçlandırıyorlar. Sen devamlı borç ödüyorsun, asgari borcunu ödediğin halde,
borç bitmiyor... 500 milyon borç almışsın da bunu 50 milyon taksitlerle ödersen
14 ay ödeyerek borcunu bitirebilirsin gibi size anlatıyorlar. Halbu ki o öyle
olmuyormuş. O borç 50 milyon 50 milyon ödendiği zaman sonsuza kadar gidiyor.
Sonra, herkese birer numara verecekler, seni uzaydan takip edecekler, bilmem
ne... Belki bütün bu gelişmelerin önüne geçmek zor ama sonuçta insanlar birazcık
da başka bir açıdan baksınlar ve bilinçli olsunlar. Veya benim kendi bulunduğum
bilinç düzeyini onlara şarkımda belirttim. Birbirimizin düşüncelerinden de
yararlanmazsak zaten toplumlarda gelişme olmaz.
Parlementomuz sizin gibi düşünenlerin fikirlerini kaale bile almak istemiyor.
Duymak istemiyor. Bu nasıl bir yara?
Tamemen moralimizi sıfırlamamızı ortadan kaldıran, bazı kesimler tarafından
karşılık buluyor, bizim konserlerimize geliniyor olması. Ama benim
katlanamadığım şey, bir Avrupa gençliği bütün dünya olaylarına, Türk
gençliğinden oransal olarak daha duyarlı. Belki Türkiye'de çok büyük baskılar
var. Bu kadar sert bir yaklaşım yok Avrupa'da ama bizim gençlik de ne olduğundan
habersiz bir halde. Demokrasi tabii ki en ideal yönetim şekli ama şunu anladım
ki ben, demokrasi hakikaten eğitimli bir toplumda anlam kazanıyor. Zaman zaman
Serdar Turgut doğru şeyler yazıyor diye düşünüyorum. Mesela diyordu ki, "bu
halkın seçtiğiyle bu ülke idare edilmez." Ben de şöyle diyorum, her seçilen
doğru değil. O zaman popülizm oluyor. Mesela şöyle bir oylama yapsak Türkiye'de:
Biz bu eşcinselleri sokaktan toplayalım da Hayırsız Ada'ya götürüp bırakalım ve
orada ölsünler... Evet mi Hayır mı? desek, %95 "Evet" der.
Yani genelin fikri doğru düşünce anlamına gelmez. O zaman toplumun geneli
suçlu çıkıyor. Biz ettiğimizi mi bulduk?
Evet. Burada acı şu. Mesela biz Afganistan gibi bir toplum olsaydık,
iplemezdik. Öyle yaşardık, farkına varmazdık. Beni rahatsız eden, şu İstanbul
iki imparatorluğun başkenti olmuş bir yer, şu İstanbul'a yapılanlar bile beni
çok üzüyor. Ama halkın seçtiği Belediye Başkanları veya Ankara'daki yöneticiler
getirip şehrin ne kadar yeşil kalmış bölgesi varsa buraya şu oteli yapalım, şu
plazayı yapalım... Sanki yer kalmamış gibi. İnsanlar Paris'i gözünün içi gibi
koruyor da yeni binaları da en güzel şekilde şehrin yeni bölgelerinde
yapıyorlar.
Bugün bir seçim olsa oy verir misiniz?
Parti seçmekte zorlanıyorum ama sonuçta vereceğim.
Yönetim olarak alternatifsiz bir ülkeyiz, değil mi?
Türkiye devrimlerine o hızla devam etseydi, halk bugün çok bilinçli bir beyin
yapısına sahip olacaktı. O zaman işlerimiz çok daha kolaylaşacaktı. Dönüp
dolaşıp aynı kısır döngünün içerisindeyiz. Bunları halk cezalandıramıyor. Yanlış
seçimlerde bulunuyor. Ama herşeye rağmen halkın sağduyusunu da kabul etmek
lazım. Sonuçta belki bunlar birer deney, bocalayacağımız bir dönem ve sonuçta
doğruları bulacağız belki. Ama Türkiye Ortadoğu'daki ülkelerden farklı da bir
ülke. Ben buna inanıyorum. Bir kere İmparatorluktan geliyoruz, bu çok önemli.
Geniş bir vizyonu var. Devlet geleneği var. Aslında Türkiye'de çok alternatif de
var. Türkiye'nin resim, müzik, bilim konusunda çok cehverleri var. Din bile
sorgulanıyor. Türkiye bir de böyle bir ülke. Bu da sevindirici bir olay.
Numara'da aslında sevgiliye giden çok söz ve müzik de var. Sizin toplumsal
görüşleriniz, hicivleriniz de serpiştirilmiş ama aşk şarkıları yoğun bir
albüm...
Hayatta sadece tabii ki toplumsal sorunlar yok. Bizim bundan önceki albümümüz
belki o döneme özgü olarak daha politik bir albümdü. Ama Bulutsuzluk Özlemi'nin
çizgisi tamamen de politik değil. Bu biraz daha Bulutsuzluk Özlemi diye
algılanmalı.
Aşk yaşanıyor mu ülkede sizce? Aşk çok para yok diyorsunuz ama..
Yaşandığına inanıyorum. Zaten oradaki aşkın daha geniş anlamda algılanmasını
istedim. Yani ne bileyim, Bodrum'da Ali Güven adında bir sandaletçi var.
Yılladır orada sandalet yapıyor büyük bir aşkla. O aşk dediğim öyle bir şey. O
fazla para kazanamaz. Gidip eski antik heykellerin ayaklarına bakıp onların
modellerini alıyor, isteyenlerin ayak ölçüsüne göre sandalet yapıyor. O tür
insanlarda para kazanma içgüdüleri tam gelişemez. Ama onlar çok değerlidir.
Onlar zaten insanlığın çizgisini ükseltmeye katkıda bulunan tiplerdir.
Hayal Kahvesi'nde artık çıkmıyorsunuz, neden?
Hayal Kahvesi'nin çizgisi biraz düştü. Bunda ekonomik krizin veya onların çok
dağılmalarının nedeni olabilir. Biz çok para almadan Hayal Kahvesi'nde
çalıyorduk. Ancak Hayal Kahvesi daha ucuz ve sıradan grupları tercih eder bir
çizgiye geldi. Daha önce orada, Ben Harper meşhur olmadan önce çıkmıştı. Böyle
bir çizgisi vardı, öyle olması da bizim orayı tercih etme sebebimizdi. Belki
yine bir yerde, bir ay sonra çalışabiliriz. Aslında grupta değişik fikirler de
var. Biz böyle yerlerde çıkamalıyım. Biz normal bir bar grubu olmadığımıza göre
hiç bu sokaklara girmeyelim, gibisinden. Alternatif olarak baktığımız zaman
Bulutsuzluk Özlemi o sokaklardaydı zaten. Hayal Kahvesi'nde Bob Geldof'a kadar
birçok insan gelip bizi dinledi ve bizimle tanıştı. Grubu duymuş, albümü
dinlemiş yurtdışından bir gazeteci gelip bizi dinliyordu. Ancak Hayal
Kahvesi'nin kaletis düştüğü için biz de orada sahne almaktan vazgeçtik.
röportaj: çiler süyev